Dertdeva Teyze

Dertdeva Teyze

29 Kasım 2014 Cumartesi

ARKASI YARIN -5-

NEBAHAT VE AH ŞU ÇOCUKLAR !

          Sonbaharın bu güzel günlerinde çocuklar, okuldan sonra kalan zamanlarını site içinde ki parkta oynayarak geçiriyorlardı. Park, üç katmandan oluşan üst üste küçükten büyüğe doğru sıralanmış içeri toprakla doldurulmuş kasalar gibiydi. En üsteki katmanın tam ortasında kocamaaaan bir çınar ağacı yükseliyordu. 
(Görsel internetten alıntıdır)
Geceleri gölgesi o kadar kocaman oluyordu ki, çocuklar bazen yanından geçmeye korkuyorlardı. Rüzgarın etkisi ile bu ağacın dal ve yapraklarının çıkardığı sesler, sanki insanla konuşuyormuş hissini veriyordu. Oysa gündüzleri hiç öyle değildi. Bir melek gibi çocuklara kucak açmış, onların şen sesleriyle dans ediyordu sanki. Nebahat geceleri korktuğu bu ağacı, gündüzleri inanılmaz çok seviyordu. Genelde de yalnızken parkın en üst katmanında o ağacın dibinde olurdu. Sadece küçük kardeşi dışarı çıktığında, Ona bekçilik yapmak adına birlikte sağda solda dolaşıp dururlardı. 
Annesi öğleden sonra beş gibi işten geldiğinde küçük kardeşi Kenan; öğlen uykusundan yeni yeni uyanmış, karnını doyurmuş, sabırsızlıkla dışarı çıkmayı beklerdi. Annesi balkondan,
Nebahat'e seslenir: ''Kızım kardeşin geliyor göz kulak olur musun?'' derdi.
Nebahat'in ise oyunun en can alıcı noktasında hevesi kursağında kalırdı. Ya YAKARTOP oynuyor olurlardı, ya da İSTOP dedikleri oyunu. Oyunda galip gelirken ayrılmak, hep içini cızlatırdı. Ancak hem annesini kıramaz, hemde kardeşine kıyamazdı. Mecburen kabullenirdi. Nebahat o dönemlerde balkondan aşağıya bakıp, oyun oynayan çocukları seyreden kardeşinin, surat ifadesini hiç unutamadı. Kardeşinin incecik uzun boğazının üstünde ki o kocaman kafası ile ayak parmak uçlarına kalkıp, minicik elleriyle balkon demirlerine tutunarak aşağıya heyecanla sarkması Nebahat'i kendinden alıp götürürdü. Küçük kardeşi Kenan; çelimsiz, sarışın, yeşilimsi iri mavi gözleri ile iki kardeşten de farklı bir tipi sahipti. Aslında Üç kardeşte birbirine hiç benzemiyordu. Abla Nebahat kızıl saçlı olmazsa halalarına benziyordu. Ortanca kardeş Hakan, anneyi andırıyordu. Küçük kardeş Kenan ise biraz dayıya biraz amcaya benziyordu. Nebahat, küçük kardeşinde var olan inadının ise bu denli çok oluşunun genetik olarak, dayıya mı amcaya mı çektiğini hep merak ediyordu. Kenan dışarı çıktığında o nereye giderse gitsin serbest dolaşıyor, ancak abla Nebahat görünmez bir insanmış gibi Onun arkasında dolaşıyordu. Olası bir zarar görme durumunda müdahale edebilsin diye. Çünkü henüz küçük olan bu kardeş, o dönemlerde üç buçuk dört yaşları arasındaydı.
(Görsel internetten alıntıdır)
          Yine bir gün Nebahat Kenan'ın peşinde dolanırken, sitenin en küçük, cazgır beş kızı ağlaya zırlaya siteye yeni taşınan bir kızın, evcilik oyunlarını bozduğunu ve oynatmadığını, şikayet etmeye gelmişlerdi. Nebahat kızların bağrışa bağrışa konuştuklarından doğru dürüst bir şey anlamamıştı. 
''Bağırmadan tek tek konuşun'' dedi.
İçlerinden en tombiği ağlayarak; '' Eee biz evcilik oynuyorduk. Eeeee O abla geldi. Eeeee Burada oynayamazsınız dedi. Eeee Biz niye? dedik. O, Oo, Ooo, canım öyle istiyor dedi. Evimizi bozduuuuu'' derken de içini çekiyordu.
Diğerleri de hep bir ağızdan; ''Evett. Biz yapma dedik. O bizi dinlemedi. Bir de pis pis güldüüüü. Ona gününü göster Nebahat aplaaaa'' 
Ayyy bu '' Aplaaa'' sözü yok mu? Gıcık oluyordu Nebahat. Neyse, kızların biraz abarttığını düşünerek; kızlar önde arkada Nebahat, Nebahat'in arkasında Kenan koyun güder gibi sitenin en sonda ki binanın olduğu yere gitmeye başladılar. Söyledikleri kızın, apartman girişinde merdivenlerde oturduğunu gördüler. Küçük cırcır böceği gibi uğuldayan şikayetçi kızlar daha fazla ilerlemeden oldukları yerde sessizce durup dikkatlice izlemeye başladılar.
Nebahat: ''Hey sen! Bakar mısın? bir'' demesiyle. Kızın bina içerisine kaçması bir oldu. Nebahat kapıya koştu ancak yetişemedi. Oysa sadece olayın sebebini öğrenmek istiyordu. Ama arkadaki cazgır beşli kız, Ohh! canımıza değsin, şimdi sen görürsün, gibi işaretler yapınca; kızcağız da  korkuya kapılarak içeri kaçmıştı. Binanın önünden ayrılırken kızlar mutlu, Nebahat biraz şaşkın, olaya tanık olan Kenan ise kıkırdıyordu durmadan.
Bir hafta geçmişti ama kızlar bir daha şikayete gelmemişlerdi. Demek ki bir daha bu bücürük kızlara bulaşmaya korkmuş, yanlarına bile yaklaşmamıştı.
          Bu olaydan kısa bir süre sonra;
Nebahat'in annesi: ''Kızım, geçen ay sitemize taşınan şu son bloktaki komşumuza gider misin? Ütüleri bozulmuştu. Bende bizdekini ödünç vermiştim. Şimdi lazım oldu. Alabilir misin?'' dedi.
Nebahat, büyüklerin sözünü hiç ikiletmez, oldukça saygılı, söz dinleyen bir kızdı. Zaten yeni taşınan komşularını da merak ediyordu. Mesela kendisiyle yaşıt kızları var mıydı bilmiyordu. Bu konuda annesi de bir şey söylememişti.
Daire numarasını öğrendikten sonra binanın girişine gelmişti bile. Merdivenlerden çıkıp ana kapıya ilerlerken geçen haftalarda burada yaşadığı o olayı hatırladı. Sitenin beş cırcır böcüğünün, şikayeti üzerine geldiğinde kıza seslenmesiyle kızın içeri kaçtığı an geldi aklına. Apartman merdivenlerinden çıkarken hatırladığı o olaya, kendi kendine gülüyordu. Kapının zilini çaldığında kafası aşağıda paspasa bakıyordu. Kapı aralanırken, Nebahat'in hatırladığı o olaydan ötürü suratında pis bir sırıtma vardı. Kafasını kaldırdığında kapının arkasında ki kızın, şu an gülmesine sebep olan kız olduğunu fark etmişti. Ama kızda Nebahat'in suratında ki o gülümsemeyi, sinsice bulmuş olmalı ki korkuyla kapıyı hemen kapamak istemişti. Nebahat yanlış anlaşıldığını fark edince, kapının kapanmasını engellemek için elini kapının aralığına koydu.
(Görsel internetten alıntıdır)
Ama ne fayda kapı kapanıp parmakları sıkışınca bir ciyaklama sesi yankılandı apartman boşluğunda. 
(Görsel internetten alıntıdır.) 
Kapının tam kapanmadığını fark edince daha kuvvetli ittirirken; Nebahat el parmaklarını kurtarmak için bu sefer ayağını eşik ile kapı arasına koydu. El kurtuldu ancak şimdi ayak ve ayak parmakları sıkışmıştı. 
Nebahat çaresiz; ''yapma! yapmaa! ben senin için gelmedim'' diye bağırmasını kızın annesi duyup gelmese tamamen sakatlanacaktı muhtemelen.
Annesi; ''Ne yapıyorsun? sen öyle!'' diye kızını azarladı.
Nebahat'in öylesine canı yanmıştı ki; O an kızı bir eline geçirse parçalayacaktı. Annesi azarladığı kızının adına kaç kere özür diledi, Nebahat bile hatırlayamıyordu. O sadece çakmak çakmak gözlerinden ateş püskürür gibi kıza; seni bir elime geçirirsem yüz ifadesi ile bakıyordu. Gururundan ve öfkesinden tek damla yaş gelmemişti gözlerinden. 
Ancak ağlak bir ses tonuyla: '' İşiniz bittiyse eğer ütüyü alabilir miyim? anneme lazım olmuşta'' diyebildi.
Olaydan birkaç gün sonra el ve ayak parmakları normale dönmüştü fakat hala şişkinliği vardı. Bu olaya sebep olan kızı da o günden sonra hiç ama hiç görmemişti. Annesini ütüyü almaya gittiğinde hatırlamıştı. Onların ilk taşındıklarında, evlerinin önündeki çimenlikte çocuklarla oyun oynarken babası ve annesi Nebahat'e çikolata vermişlerdi. Nebahat'de oradaki çocuklarla paylaştığı çikolatayı yerken;
Kızın annesi ve babası: ''Bizimde sizin gibi iki kızımız var. Birisi senin yaşlarında. İyi arkadaş olursunuz umarım.'' diye de yorum yapmışlardı.
          O gün Nebahat yine kardeşi Kenan peşinde parkta dolaşırken adını sonradan öğrendiği Canan'ın anne ve babası ile yanına geldiklerini gördü. Uzun zamandır kız hiç ortalıkta gözükmüyordu. Aslında Nebahat'de merak ediyordu. Bu kız nereye gitti diye.
Meğerse o yaşanan olaylardan sonra; korkudan okuldan eve, evden okula gidiyor hiç dışarı çıkmıyormuş.
Nebahat'e seslenip: ''Bir iki dakika konuşabilir miyiz?'' dediler.
Nebahat şaşkın yüz ifadesi ile kendisine doğru gelen aileye bakakalmıştı. Anlamamıştı daha doğrusu ne olacağını. Aile kızlarının hatalı olduğunu bundan dolayı hem kendileri hemde kızlarının özür dilemeye geldiğini açıkladılar. Nebahat'in bu saygılı ve önemsenen tarzdaki konuşma, gururunu okşamıştı. Zaten merhametli ve kindar olmayan Nebahat'in yelkenleri suya inivermişti. Anlaşmaya varmanın rahatlığı ile anne ve baba kızlarının adına, oradaki tüm çocuklara yine çikolatalar dağıtmışlardı. Afiyetle çikolata yiyen çocuklar teşekkür edip oyunlarına, yeni katılan arkadaşları Canan ile devam etmişlerdi. Bir bilseniz şu çikolatalar, o dönemlerde nelere kadirdi. Neyse, böylece bu olay tatlıya bağlanmış neşe içinde uzuuuun bir müddet keyifli anlar yaşamışlardı.
Ta ki Ceyhun sonraki yaz başlarında, Nebahat'e kafa tutuncaya dek...

-Dertdeva Teyze -

26 Kasım 2014 Çarşamba

ARKASI YARIN -4-

NEBAHAT'İN ADALETİ

(Görsel internetten alıntıdır) 
          Koca bir yaz geçmiş, artık okullar açılmıştı. Nebahat ve kardeşi anne ve babasının yanında, onlara eşlik etmesi için köyden kuzenleri Feride ablaları ile birlikte gelmişlerdi. Halası bu sene gelmemişti. Çünkü ortalığı karıştırıp fitne fesatlık yapınca evde ki huzuru bozmuştu. Yetmemiş üstüne bir de küslük çıkarmıştı. Görümce olarak kendisini ağırdan alıp, yalvartmak istiyordu, haksız olmasına rağmen. Çünkü henüz yaşları sekiz ve yedi olan iki küçük kardeşten hariç dört yaşında yaramaz mı yaramaz bir sarışın velet daha vardı ki, enerjisine ayak uydurana aşk olsun. Ancak Nebahat'in annesi Nesibe hanım, çok incinmişti bu sefer. Kocası da karısına destek olmuştu. Çünkü birebir tanık olmuştu karısı ve kız kardeşi arasında yaşananlara.
Bu nedenle, yanlarına köyden kimsesiz bir genç kız almaya karar verdiler. Hem çocuklara destek olması hem de ev işlerinde yardımcı olması adına. Böylesi daha huzurlu olacaktı da. Ne Nesibe hanımın kız kardeşlerinden biri ne de Nevzat beyin kız kardeşlerinden biri gelecekti. Ancak Köyde kalan hala ile anlaşamayan kuzen Feride amcasının yanına gitmek isteyince vazgeçildi bu düşünceden. Köyden dönerken Nesibe ve Nevzat'ın yanın da yeğen Feride ve üç çocuk vardı. Gerçi Feride de çok büyük sayılmazdı. Çelimsiz, alıngan ergen bir kızdı sonuçta. 
Nebahat'in annesi Nesibe hanım, beş kardeşti. Anne babasını birer sene arayla hazin bir ölümle kaybetmişti. Kardeşlerin ortancası ve okuyan olunca daha okul yıllarında ablalarına ve kardeşlerine analık yapmıştı. Bu nedenle mecburi hizmetini doğduğu köyde, devlet memuru olarak köy ebeliği yapmayı seçmiş bu konuda talihte yüzüne gülmüştü. Böylece eşi Nevzat, İstanbul da üniversite okuduğu sıralarda Nesibe hem çalışıp hem de kardeşlerine göz kulak olabiliyordu. Eşi Nevzat Beyin okulu bitiğinde Nesibe'nin de mecburi hizmeti bitmişti. Eş nedeniyle tayinini şehre aldırmış, eşinin çalıştığı fabrikanın lojmanlarına taşınmışlardı. Yazları bir aylığına çocukları köye götürüyorlar, sonra izinlerinde  Onlarda köye çocuklarının yanına gidiyorlardı. Hem aile büyüklerini ziyaret etmiş oluyorlar hem de çocukları ile birlikte vakit geçirmiş oluyorlardı. Yaz sonuna doğru hep birlikte evlerine dönüyorlardı. Çocukları özlemek ve izinde köyde çalışmak olmazsa bu durum aslında iyi de oluyordu. Halanın gelgitleri olmazsa çocuklar her daim şehirde yanlarında kalırdı yaa!!!. 
          Nebahat okula başladığının ikinci senesiydi. Okulunu çok seviyordu ancak şansı öğretmenlerden yana hiç iyi olmamıştı. Çünkü, ilkokul boyunca beş öğretmen değiştirecekti. Tam öğretmene alışıyor, ısınıyordu ki, hoooop başka öğretmen geliyordu. Şu an hayatına giren ikinci ancak hamile olduğu için ayrılmak zorunda kalacak öğretmeni ile idi.
          O gün, okula gitmek için hazırlanıyordu. Kardeşi Bora, çoktan hazırlanmış binanın girişinde ki merdivenlerde sabırsızlıkla ablasını bekliyordu Nebahat ise balkonda temiz siyah önlüğünü giymiş, kolalı beyaz yakasını takmış, elindeki mendilleri cebine koyarken Feride ablası saçlarını örme hazırlıkları yapıyordu. Feride ablası, saçını güzelce ikiye ayırmış tam bir tanesinin örgüsünü bitirmişti ki; aşağıdan bir patırtı ile ağlama sesleri gelmeye başlamıştı. Nebahat bir horoz edası ile balkondan aşağıya kafasını uzatmasıyla gördüğü manzara sonrası kapıya doğru koşturması bir oldu. Feride daha ne olduğunu anlamamıştı ki, Nebahat terlikleri ayağına geçirdiği gibi üç kat aşağıya fırtına gibi inivermişti. Ne hikmetse kardeşleri söz konusu olduğunda aslan kesiliyordu.
Nebahat'in ikiz gibi büyüdüğü erkek kardeşi Bora'ya komşu çocuklarından en sıskası bir iki kere patlatmıştı. Elinde ki şekerden vermiyor diye. Saçının bir tarafı örülü diğer tarafı salık, elleri belinde çocukların karşısına dikildi bir dakika sonra.
Nebahat : ''Ne oluyor burada?'' diye hesap sordu.
Çocuklar: ''şeker vermedi bize'' deyince.
Nebahat: ''Döverek mi alınır şeker, canım sizde'' diye söylenmişti. Aynı zaman da içinden obur kardeşine de kızıyordu hem şeker vermediği için, hem de bu sıska çocuktan dayak yediği için. Öfkeyle o sıska çocuğun ensesinde ki önlüğünün yakasından tutup kardeşinin önüne getirdi. 
Ve dedi ki : ''Vur, bir tokat bakayım''.
Kardeşi Bora elini kaldırdı, fakat o an çocuk gayriihtiyari elleri ile yüzünü örtüp, ağlak ifadesiyle bakınca. Bora acısını unutup vazgeçti.
(Görsel internetten alıntıdır.)
''Aplaaaa vuramayacağım, acıdım'' dedi.
Çok sinirlenen Nebahat bir tane kardeşine patlattı.
Kardeşi ablasına ablak ablak bakarken, ağlayamadı bile acısına. Nebahat iki tane de yakasından tuttuğu sıska çocuğa patlattı. 
Dedi ki : ''İstemesini bileceksin. İlk attığım tokat bir daha böyle şey yapmaman içindi. Diğer tokadı ise kardeşime vurduğun için patlattım sana. Ayağını denk al pişman ederim seni'' 
O ara kardeşi : ''Aplaaaa, bana niye vurdun ki'' diye seslenince. 
Ablası da ''Arkadaşlarına şeker vermediğin için bir de O sıska çocuktan dayak yiyip, dayak atamadığın için dövdüm seni'' dedi.
Hakan ise içinden, şekerden verseydim o zaman bana kalmazdı ki diye mırıldanıyordu.
Çocuklar suçlu olduğu için annelerine de şikayet edemediler. Çünkü kendi kardeşini de döven bu kızdan azıcık korkar olmuşlardı.
Sitede haksız yere çocuklardan dayak yiyenler Nebahat'in yanında soluğu alıyorlardı. Nebahat de haklı görürse eğer canlarına okuyordu. Böylece ün salmıştı sitede de.
         Büyüklerin, çocuklara ablalık yaptığı için bazen kendisine çikolata alıp vermeleri Nebahat'in çok hoşuna gidiyordu. Siteye yeni taşınan aileler çocuklarını Nebahat ile  ''Bak bunlar bizim çocuklarımız'' diye tanıştırdıkları da oluyordu. Doğrusu bunu niye yaptıklarını anlamıyordu ancak siteye yeni arkadaşların gelmesinden de çok mutlu oluyordu.
Ta ki başına şu olay gelene dek.....

- Dertdeva Teyze -

24 Kasım 2014 Pazartesi

ARKASI YARIN -3-

AHH  NEBAHAT  !

(Görsel internetten alıntıdır)
          Yazları, genelde ılıman bahar tadında, kışları ise oldukça soğuk geçen bu dağlık köyde güneş, yaz mevsiminin son ayı olmasına rağmen ortalığı kavuruyordu. 
Hatta anlatırlardı; sınırda askerliğini yapmak için sıcak bölgelerden gelen gençler her daim soğuktan üşüyüp gocuklarını giymekten bıktıkları zaman komutanlarına sorarlarmış;
Erler: '' Komutanım yaz ne zaman gelecek bu memlekete'' diye. 
Komutanları ise:'' Ağustos ayındayız zaten, çocuğum ne yazı? yaz bitiyor'' dermiş.
Bu nedenle, buralar da ender rastlanırdı bu sıcak havalar. 
         Nebahat'in hayatına üç senedir ortak olan ve ikiz gibi büyüyen kardeşinden hariç, şimdi yeni bir kardeş daha geliyordu. Nebahat'in annesi, kendi ve erkek kardeşinde olduğu gibi bu kardeşini de tatillerinde aile büyüklerini ziyarete geldikleri bu köyde dünyaya getirecekti. Çünkü babası, iş için yurt dışına çıkmış ancak bu doğumunda annesine yanında olacağına söz vermiş olmasına rağmen gelememişti.
Allah'tan Nebahat'in annesi ebe olduğu için diğer doğumlarında olduğu gibi bunda da pek panik yaşanmamıştı.
          Sancıları başlayınca Nebahat'i, kardeşini ve üç kuzenini bulundukları odadan alelacele çıkarmışlardı. İlk anlar hiçbir şey anlamayan şaşkın Nebahat daha sonra, kardeşinin dünyaya geleceğini bu nedenle odaya alınmayacaklarını fark etmişti. Meraktan da ölüyordu. Kardeşini suç ortağı olarak yanına alıp tavan arasına çıkmaya karar verdi. Daha önce babaannesi bir kere çıkarmıştı çatı aralığına. Ne muazzam bir yerdi burası. Her yer gizemli, keşfedilmeye hazır, bulmaca gibi bir yer olan bu çatı aralığında saatlerce sıkılmadan kalıp, kurcalamak ne zevkli olurdu diye düşünmüştü o zaman. Köy evinin avlusunda, çatı aralığına çıkmak için tahta duvara dayalı her daim bir merdiven dururdu. Kalaslardan yapılmış, sağlam ama basit bu merdivenden daha önce tek başlarına hiç çıkmamışlardı. Çünkü basamak aralıkları bacak boylarından, daha büyüktü. O dönemlerde  Nebahat dört, kardeşi ise üç yaşlarındaydı. Ancak Nebahat, fark etti ki kaç yaşında olursa olunsun insan da ki merak, korku falan hissettirmiyormuş. Çatıya çıkmayı başaran kardeşler, birinci etabı zorda olsa atlatmışlardı. Şimdi sıra annelerinin bulunduğu odanın hizasını hesaplayıp, yarı loş bu ortamda molozlar ve kirişler arasından atlaya zıplaya gidebilmekti. Annelerinin bulunduğu odanın bölümüne dikkatli ve sessizce gelerek ikinci etabı da atlatmış oldular. Sıra ellerinde Büyükbabalarının takım çantasından yürüttükleri Burgu Aleti ile zemine delik açmaya gelmişti. 
(Merak edenler için, internette aradım ancak bulamayınca; size resmini çizdim. Fikir sahibi olabilmeniz adına)
Odada annesini ve kardeşini görebileceği yeri tahmin ederek tahta zeminde, burgu aleti ile ilk deliklerini açtılar. Kapı çıkışına denk gelen delikten, tek gözleri ile aşağıya bakınca sadece giren çıkan ve elinde bir şeyler taşıyan halasını ve babaannesini görebilmişlerdi. Sonra bir delik daha, sonra bir delik daha açmışlardı. Deliklerin sayısı tam yedi tane olmasına rağmen tutturamamışlardı. Zaman ilerlemiş; yorulmuş, enerjileri de kalmamış olmasına rağmen hiç bir şey görememişlerdi. Aşağıya inmeye karar verdiler. Geri dönüşler ve merdivenden inişleri çıkışları kadar kolay olmamıştı. Allah'tan amcaları yetişmişti de inmelerine yardım etmişti. 
Bebek ağlama sesini duyunca o şamata da açık kalan kapıdan içeri sızıverdiler. İki kardeşi fark edip dışarı çıkarılana dek gördüklerini heyecanla, köyde hem salon hem mutfak olarak kullanılan odada diğer aile efradına anlatıyorlardı. 
Nebahat : ''Kardeşimin başı kavun gibi büyük ve çok uzun'' demişti, bağıra bağıra.
Kardeşi ise göbek bağını yanlış algılayıp, Şaşkın yüz ifadesi ile ''kardeşim erkekmiş, ama çok uzuuuun pipisi var '' demişti.
O zamanlar kendilerinin anlamadığı sonradan fark edecekleri bir kahkaha tufanının kopmasına sebep olmuşlardı.
Ertesi günü Büyükbabaları alet çantasının kurcalandığını fark edip çatı aralığından oda tavanının, delik deşik olduğunu görünce sinirden kıpkırmızı olup bağırmaya başladığın da, bizim iki kardeş soluğu bahçede almışlardı. Korkudan akşama dek büyükbabalarının gözüne gözükmemişlerdi. 
Nebahat'in dört yaşındayken yaptığı bu yaramazlık, son olmayacaktı da... 

- Dertdeva Teyze -


19 Kasım 2014 Çarşamba

ARKASI YARIN -2-


- NEBAHAT -
(Not: Görsel internetten alıntıdır.)
          Nebahat, ülkemizin en kuzeyi ile en doğusunun kesiştiği dağlık bir şehrin, dağlık bir köyünde dünyaya geldi. Anne ve babası memur olan Nebahat ilkokula dek yazları babaannesi ile köyde, yaylada doğayla iç içe organik bir yaşam sürdü. Kışları şehirde anne ve babasının yanında kah babaannesi, kah halası ile birlikte kalıyorlardı.
Nebahat daha üç aylıkken annesinin kardeşine hamileliği nedeniyle anne sütünden mahrum kalmıştı. İlk zamanlar bir keçi almışlardı. Anne sütüne en yakın, kalsiyum bakımından zengin olduğu için. Başlarda her şey çok güzel gidiyordu. Ancak bir ay olmuş yada olmamıştı ki keçi yüksek dağ yamacından düşüp ölmüştü. Ah Nebahat yine sütsüz kalmıştı. Nebahat'ın babası ve annesi O'nun için bu sefer bir inek almışlardı. Kaçıp yamaçlara tırmanmasın diye. O inek ne bereketli süt veriyordu. Hollanda inekleri yanında halt etmişti. Ancak yayladayken sürüden ayrılınca kurt canına okumuştu. Ölmeden kesmiş yemişlerdi. Nebahat, süt konusunda basiretsiz bir çocuktu ancak köyde tereyağı, bal, pekmez, peynirle bol ve sağlıklı beslenmişti. 
          Kırmızı yanaklı, ela gözlü, kızıla çalan saç rengi ile çilli, şirin mi şirin bir çocuktu Nebahat. İki yanda minik saç kuyruğu ile ortalıklarda arı gibi dolaşan, durmak bilmeyen enerjik bir çocuktu aynı zamanda.
(Not: Görsel internetten alıntıdır.)
Gel zaman git zaman yazları köyde, kışları şehirde hemen arkasından dünyaya gelen erkek kardeşiyle ikiz gibi büyümüşlerdi. Zırt pırt ''Ablaaa'' diye seslenmese ikiz sanıyorlardı da. İlkokul da başarılı, zeki, sevilen bir çocukluk geçirmişti. Mutlu ve huzurlu geniş bir aile de büyümenin etkileriydi bu. Aileden gelen bu kültür ile Nebahat iyi geçinen, anlayışlı, adil, saygılı ve lider ruhuna sahip bir çocuktu.
'' Bilerek veya bilmeyerek birinin kalbini asla kırma. Çok büyük bir günahı vardır. Allah affetmez mazallah'' sözünü teyzesi söylemişti daha o küçük yaşlarda. Nebahat, sonra ki yaşlarda kalp kırmamak için kendi kalbinin zaman zaman paramparça olduğu anları yaşayacaktı.
Aile büyükleri, teyzeler, halalar ve babaanne ile büyüyen Nebahat genel de '' öyle yapma ayıp, böyle davranma ne derler, bunu yapma yakışıksız'' sözleri ile büyüdü. Gençlik yıllarında, yaptığı işlerde kendine güvenmesine rağmen öz güven eksikliği olan, mülayim, hayır demesini bilmeyen, ince ruhlu bir genç kız olmuştu.
- Dertdeva Teyze -


17 Kasım 2014 Pazartesi

ARKASI YARIN -1-

HAYATIN GERÇEĞİ; İNSAN

(Not: Görsel internetten alıntıdır)
          Anlamak ve anlaşılmak ne zor bir olgudur.
İnsan, yaşamı boyunca öğrendiği deneyimler ve bilgiler doğrultusun da yoğrulur. İnsanın bilgeliği veya cahilliği, aldığı kültürlere bağlıdır. Kültürler dedim çünkü bana göre birkaç çeşittir.
   Aileden gelen, Kültür.
   Toplumda ki sosyal yaşamdan gelen, kültür.
   Okullar da alınan eğitim ile gelen, kültür.
Bu üç kültür de birbirinden kıymetli ve önemlidir. Birinin eksikliğini diğerleri ile kapayamayız. Her birinin insana kattığı değer başkadır. Bu kültürlerin varlığı insana erdemlik, iyilik ve güven verir.
          Aileden gelen kültür ile insan önce kendine saygı duymayı öğrenir. Sonra etrafındakilere saygılı davranmayı öğrenir. İnsanın asaletli oluşu buradan gelir.Yani aileden.
          Toplumda ki sosyal yaşamın getirdiği kültür ile insan bulunduğu ortamlar da hoşgörülü olmayı öğrenir. Bu da insanın yaşadığı toplumda barışçıl, pozitif, iyi niyetli ve yardımsever olmasını sağlar. Bunlar toplumu toplum yapan, temel taşlar değil midir? İnsanların var olduğu ortamlar da aranan şahıs yapar.
          Kişinin, okullar da aldığı eğitim ile edindiği kültür,
tarihe dayanır. Tarih bilgisi insanı geleceğe yönlendirir. Geçmişini bilen, geleceğini de iyi kurgular. Ufkunu açar ve özgür olmasını sağlar. Bu nedenledir ki bu kültürümüzün eksikliği bizi cahil yapar. Saflığımızdan, iyi niyetimizden faydalanmalarına sebep olur. Çok kırılır, çok incinir, mutsuz oluruz. Başka cahil insanların elinde mundar olmamak için, kendimizi yetiştirmeli, okumalı ve öğrenmek daha çok öğrenmek için çabalamalıyız. Çabalamalıyız ki, hayatı daha sağlam ve kuvvetli yaşayalım. 
          İnsan bilmediklerinden dolayı çabuk kanar ve bilmediklerinden dolayı korkar.
          Bu yazımı sonuna dek bırakmadan okumuşsanız eğer, neden bunları yazdığımı merak ediyorsunuzdur?  
Hemen cevap vereyim:
Sosyal ortamlar da ki farklı karakterlerde ve kültürlerde ki insanların yanlış anlamalarını, coşkularını, kaynaşmalarını yazıp sizlerle paylaşacağım. Sonradan ev hanımlığını öğrenmiş bendeniz ev gezmelerinde ki anıları, arkası yarın tadında sizlerle paylaşmak üzere. 
          Sevgiyle kalın. 
- Dertdeva Teyze -