Dertdeva Teyze

Dertdeva Teyze

28 Ekim 2013 Pazartesi

UZAYLILAR

UFOLAR GERÇEK Mİ ?

     2011 Yılından beri yapılması planlanan ancak tarihi sürekli ertelenen UFO zirvesi toplantısı 9-10 Kasım da Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde gerçekleşecek. Bir çok katılımcılar arasında tanınmış simalardan Yazar ve Ufo Uzmanı Erich von Daniken, NASA elemanı Story Musgrave gibi kişilerin yanın da Türkiye'den de ünlü astrolog Ömer Döşer ve Haktan Akdoğan da katılımda bulunacaktır. Bu toplantı benimde ilgiyle takip ettiğim bir konudur. Meraklı olanların ilgisini çekmek amacıyla paylaşımda bulunmak istedim.
     Dünya da olduğu gibi Türkiye'de de yaşanan bu esrarengiz olayları araştırıp ilgilenen ufolog HAKTAN AKDOĞAN 1965 yılında İzmir de doğmuştur. Çocukluğundan beri bilinmeyenlere meraklı olan Sn. Haktan Bey Amerika da uzun yıllar bu konuda araştırmalar yapma fırsatı bulmuştur. 1996 Yılında Amerika'dan Türkiye'ye döndüğünde ise araştırmalarına devam etmiş, öğrendiklerini insanlarla paylaşmaya devam etmiş ve etmektedir.
Bir tırı, müze haline getirerek il il dolaşan ilk gezici ufo müzesini oluşturmuştur. 
Ayrıca internette; twitter  ve facebook, sayfaları bulunmaktadır.



     Bende Haktan bey gibi evreni ve bilinmeyenleri merak etmiş dönem dönem de bunlarla ilgili yazıları okumuşumdur. Beni en çok STEFAN HAWKİNG ve ERİCH VON DANİKEN'in yazdıkları ve kişilikleri etkilemiştir.

STEFAN HAWKİNG

     1942 Yılın da Londra'da doğmuştur. 21 yaşında tedavisi olmayan ALS hastalığına yaklanmış ama bu O'nu durdurmamıştır. Kuantum fiziği ve kara delikler ile ilgili iddialarıyla bugün yaşayan bilim insanları arasında dünyada en çok tanınan insandır. Ainstein dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilmekte. 
   * Büyük Tasarım
   * Ceviz Kabuğunda ki Evren
   * Kara Delikler Ve Bebek Evrenler
   * Zamanın Kısa Tarihi
Gibi yazdığı eserler vardır. Okuduğum kitaplarından (biz normal insanların da anlayabileceği en sade ve yalın hale getirilmiş) çok etkilenip, inanılmaz bir saygı duymuştum kendisine. 

ERİCH  VON  DANİKEN


     1935 Yılında İsviçre de doğmuştur. Öğrenim gördüğü yıllarda zamanının çoğunu kutsal antik yazıları inceleyerek geçirmiştir.
Yirmi yıl evvel okuduğum ve çok ilgimi çeken ''Tanrıların Arabaları'' gelişen teknoloji ve bilim ile bu kitapta yer alan bir çok teorinin haklılığını çürütmüştür. Gerçi yazarda tüm eleştiriler karşısında biraz abarttığını de ifade etmiştir. Kim bilir belki, baskılara daha fazla dayanamamıştır.
   * Tohum ve Evren
   * Yıldızlara Dönüş
   * Tanrıların Ayak İzleri
   * Tanrısal Stratejisi
Gibi yazdığı eserler vardır.
Çok hoşuma giden; yazarın tanıtım yazısından bir cümle paylaşacağım sizlerle.
   ''Tanrılar tarafından bırakılmış mesajları iyice sindirdiğimiz anda, uzak yıldızlardan gelen astronotlara duyduğumuz korku da silinecektir... Çünkü onlar da (bizim gibi) zamanın belirli bir noktasında yaratılmışlardır.'' 

Tanıtım Yazısından



Bu yazarların dışında pek alakası da yok ancak '' Aborjinler '' ve ''Bir Çift Yürek '' romanlarıyla kalbimi ve ruhumu etkileyen ödüllü yazar MARLO MORGAN a teşekkür ederim.
Bu üç yazarın; okuduğum kitapları ile; tüm varlıkları yaratana karşı bağlılığımı kuvvetlendirdiği gibi yaşamımın anlamına anlam katmama sebep olmuştur.
Pozitif ve iyi niyetli olmak ve bunun gibi yaşayabilme çabasını göstermek; insanı mutlu ettiği gibi erdemli de kılmaktadır. Bir insan olarak, sahip olduklarımızı düşünürsek bizi yaradana şükür etmek zor olmasa gerek. 


UZAYLI VARLIK TİPLERİ

     Dünyamızı ziyaret eden tek tip uzaylı yok aslında. Şimdiye dek belgelenmiş en az on ayrı gezegen ve galaksiler den gelen ırklar var. Dünya dışı varlıkları incelemeye alıp bu konuda ilerleme yapmış olan Amerika, tüm gizlilikle araştırmalarına devam etmekte. Çalışanlarını bu konuda kurallar gereği konuşmama yasağı getirmesine rağmen, emekli olanların anlattıkları ve birebir uzaylılarla deneyim yaşayanların anlattıklarından yola çıkarak yazılanları artık herkes öğrenmekte. Bilindiğinin aksine uzaylılar sadece Amerika'yı ziyaret etmiyor. Dünyanın tüm ülkelerinde yer yer görülüyor. Ama dünyamızı ziyaret eden bu varlıklarla ilgili çalışmalar eskisi kadar olmasa da yine gizlilikle devam etmekte.
     Bende; araştırdıklarıma ve okuduklarıma dayanarak bildiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
   * PLEİADESLİLER :
400 ışık yılı uzaklıkta Pleiade Takımyıldızındaki Erka Gezegeninden gelmekteler. Pozitif odaklı, teknolojik ve zihinsel açıdan ileri varlıklardır. Fiziksel açıdan insan ırkına benzemekteler.
   * SİRİUSLULAR :
8 ışık hızı uzaklıkta Köpek Yıldızı olarak bilinen Sirius ileri bilince açılan boyutlar arası bir kapı niteliğindedir. Teknolojik açıdan bizden oldukça ileridedirler. Gözler büyük ve hafifçe kesişmektedir. Sriusların bazıları hiç insana benzememektedir. Daha çok böcek ve sürüngenleri andırmaktadır. 
   * ORİONLULAR
%75'i insan benzeri görünümüne benzemektedir. Keskin mavi gözlere sahip Orionlular ile temasa geçmiş pek çok insan bulunmakta.
   * ZETA-RETİCULİLER
Güney takım yıldızında ki Zeta I ve Zeta II olan ikiz yıldızdan gelmektedir. Vücutlarına göre büyük kafalı ve saçsızdırlar. Gözler büyük ve kapaksızdırlar. Ağız, burun ve kulaklar çok küçüktür. Gri varlıklar olarak bilinmekteler.
   * ARCTURUSLULAR :
36 ışık yılı uzaklıkta ki Bootes takım yıldızında bulunan kırmızı dev yıldız Arcturus tan gelmekteler.
Dünyamızda Mart-Kasım ayları arasında kuzey yarım küreden görülmektedir bu yıldız. Bu uygarlık bizim galaksimiz içinde en gelişmiş uygarlıklardandır. Kısa boylu ve zayıf ve üç parmaklıdırlar. Görme işini gözlerinin aksine telepatik bilinçleri ile yapmaktadırlar. Birbirlerine çok benzemektedirler.
   * ANDROMEDALILAR :
Andromeda galaksisinden gelen çok eski ve meleğimsi bir ırktır. Bu varlıklar Pleiadeslilerin ve tüm insan evriminin liderleridir. Ayrıca CYGNUSİAN denen hem karada hem denizde yaşayan ırkı da yönetmektedirler.
   * SANTORLAR :
4.2 ışık yılı uzaklıkta Alfa Merkezi Sistemde ki en yakın komşularımızdandır. Teknolojik ve ruhsal açıdan bize yakın, güneş sisteminde ki en gelişmiş medeniyetlerdendir.
Siriusluların , Pleiadeslilerin , Venüslülerin  aralarında yakın bir bağlantı bulunmakta. Son 4000 yıldır dünyada ki evrimi izlemekteler.
   * VEGALAR :
26 ışık yılı uzaklıkta Lyra takım yıldızının en parlak yıldızı Vega dan gelmekteler. Kalın dayanıklı derileri vardır.
İki çeşit Vegalılar bulunmakta:
1- Birinci grup insan benzeri varlıklardır. Göz kapakları mevcut, çarpıcı gözlere sahiptirler.
2- İkinci grup ise böcek ve sürüngenleri andıran bir görünüme sahiptirler. Kanlarındaki bakırdan dolayı ten renkleri yeşilimsi gibidir.
   * NORDİKLER :
Geldikleri yıldız sistemini açıklamamışlardır. Oldukça güzel görünümlü varlıklardır. Sarı saçlı ve koyu mavi gözlüdürler. Dünyada ki sorunları çözmek için uğraşmaktadırlar.
   * MAVİLER :
Nordikler gibi geldikleri yıldızı açıklamamışlardır. Kısa boylu varlıklardır. Yarı saydam mavimsi tene sahiptirler. Gözleri iri badem şeklindedir. Oldukça spiritüal ( ruh) varlıklardır.


   

     Sizlerde de merak ve ilgi uyandırmış isem Sn. Haktan Akdoğan sitesini ziyaret ederek başlayabilir ve takip edebilirsiniz.
http://siriusufo.org/haktan-akdogan-evrende-yalniz-degiliz/

Sitede; uzaylı varlıklar ile temasa geçmiş ve tanık olmuş insanların deneyimlerine, gazete haberlerine ve merak ettiğiniz bu konuya dair her şeye ulaşabilirsiniz.

     Binlerce yıl öncesine ait kalıntı ve yapıtlar da bugünün teknolojisi ile çözemediğimiz olaylar vardır. 
Eski uygarlıkların sahip olduğu beceri ve bilgilere nasıl ulaşıldığı gibi. Piramitlerin halen açıklanamayan gizemleri gibi. Tüm bunlar birer muamma. 
     Şu bir gerçek ki; aramızda yarı dünyalı yarı uzaylı varlıklar bulunmakta. Bence, yıllarca uzaylıların teknolojileri incelenerek öğrenilip uygulanmıştır. Örneğin; radara yakalanmayan uçaklar ve günümüzde ki nano teknolojilerini uzaylılara borçluyuz.
     Tüm kutsal kitaplar da bahsedildiği gibi; evrende yalnız değiliz.
Şimdi belki de okuyanların çoğunluğu; '' bu dünya dışı varlıklar bu denli sık ziyaret ediyorlarsa neden dünyamızı istila etmiyorlar '' diye içlerinden geçiriyor olabilirler.
Evet biz insanoğlunu takip ediyorlar ancak onlar bizden çok ileri gelişmiş varlıklar. Bence onlar ortak amaca hizmet eden biz gibi güç kavgasında olmayan, egosunu çoktan aşmış ileri seviye varlıkları. Bizler de kimlik kavgası yerine bir bütün gibi ne zaman Dünyalıyız dersek işte o zaman onların arasına girebiliriz. Kim bilir,belkide bizlerle tamamen temasa geçmeleri buna bağlıdır. Çünkü kendine zarar veren insanoğlu başkasına haydi haydi verir. İleri teknolojiye sahip bu varlıklar bizlerin gelişmemiş ruh ve beyin dürtülerimizden korkuyorlardır. Belki de Tanrımızın koyduğu kurallara onlar daha sadıktırlar. Nede olsa hepimizin yaratıcısı bir... :)  Sizce de öyle değil mi ?


Dertdeva Teyze





23 Ekim 2013 Çarşamba

AYA YORGİ

BAYRAM TATİLİN DE, BÜYÜK ADA
     Kurban Bayramı tatilinin uzun olması, herkes için olduğu kadar bizim içinde çok güzel geçmesine sebep oldu. Güzel geçmesinin bir başka nedeni de; çoğunluğun, şehir dışına çıkmış olmalarından dolayı İstanbul da kalan bizler için burasının sakin, sessiz ve huzurlu olmasıydı.
Gerçekten de İstanbul sadece şehirde bizim gibi kalan birkaç kişiyle, turistlere kalmıştı. 
     Eşim ile bol bol dinlenip, yürüyüşler yaptık. Hatta bir gün bir çılgınlık yapıp; sabahın sekizinde yollara düşüp Büyükada'ya gittik.. Ortalama yirmi (20) yıl sonra  Birkaç ufak detaylar haricinde Büyükada o ihtişamı ile yine aynıydı. Hatıralarımdakinden çokta farklı değildi. Sadece etrafta hiç eşek görememiştim.
Büyükada'ya gitmek isteyenler için; her gün Bostancı'dan Mavi Marmara'nın yanın da Dentur, Prenstur, Turyol firmalarının düzenli motor turları bulunmakta.
     Deniz otobüsün deyken fark etmedim ancak, adaya indiğimde kalabalığın yüzde seksenini Arap turistlerin oluşturduğunu gördüm. Sadece Alman ve farklı kültürlerden birkaç insanlarla karşılaşmıştık. Deniz otobüsünden indikten sonra adanın ve belediyenin sağ tarafına doğru sahilden yürümeye başladık. 


Sahilin yarısını restaurantlar oluşturuyordu. Bu restaurantlar da henüz öğlen olmamasına rağmen çoğunlukla turistler yemek yemekteydi. 

Palmiyelerle süslü ağaçlandırılmış sahil yolu cıvıl cıvıldı. Bizim gibi yürüyüş yapanlar, bisiklete binenlerle doluydu.
Palmiyelerin meyveleri, o denli hoş görünüyordu ki çocuk edası ile hemen resmini çekiverdim. 

Sahil boyunca palmiyelerle süslü bu yolda, eşit aralıklarla konulmuş bankların birinde dinlendik. Manzarayı seyrettik. Sakin sakin, ada da ki ilk saatlerimizin tadına vardık. 

Molamızı sonlandırdıktan sonra adanın yukarılarına doğru yürüyerek çıkmaya devam ettik. Tek tük faytonlar yol boyunca ilerliyorlardı. Bisiklete binen Arap genç erkek ve kızlar ise sesleriyle caddeleri şenlendiriyorlar dı.
     Yolumuzun bundan sonrasını resimlerle anlatmaya çalışacağım. Çünkü bu muhteşem atmosferi ve evleri soluksuz seyredebilmeniz adına bir şeyler yazmadım. Umarım sizde her baktığınız eski veya yenilenmiş bu ev ve sokakların geçmişteki hikayelerini düşünüp, gözünüz de canlandırarak bakarsınız. 
     İlerleyen satırlarda AYA YORGİ ve hikayesinde görüşmek üzere; iyi seyirler olsun.  :)
 





     
 

 

 
  

Burada ki görmüş olduğunuz sıra; Faytona kuyruğu. Ortalama (bir) 1 km fayton ile adanın yukarılarına çıkılması için beklenmekte... Biz yürüyüşümüze devam ediyoruz. Daha uzun bir yolumuz var. Çünkü iskeleden Aya Yorgi'nin bulunduğu tepeye dek olan yolumuz 2.700 km.

  


Biraz dinlenmek adına Prencess Otel in biraz ilerisinde yer alan bu cafeye oturduk. Manzaraya karşı birer az şekerli ve yanında minik çikolatalı lokum ile Türk kahvesini içtik. Sohbet ettik. Biraz etrafımda ki insanları seyrettim. Dış görünüşünden çözemediğim ancak içlerinde fırtınalar yaşayan insanlar; huzurlu,dingin insanlar; heyecanlı, sinirli insanlar; dünyadan bihaber, salaş insanlar vardı. Yarım saat sonra yolumuza devam ettik.
   Büyükada nispeten sakindi. Ancak yolların bu kadar boş olduğuna bakmayın. Çoğunluk yukarıda da gördüğünüz üzere fayton kuyruğundaydı. Bu kadar çok fayton olabileceği aklıma gelmemişti. Çünkü yol boyunca vızır vızır geçiyorlardı yanımızdan. Gençler ise bisiklete biniyordu. Sadece birkaç kişi de bizim gibi yürüyüşü seçmişti.



  

 
 






 

 





 
 





 

 

 


 






Büyükada gözetleme kulesi ' ADAKULE '. Aya Yorgi Kilisesine giderken yolu yarıladığımızda, yol ayırımı var. Yolun başında yasak bölge olarak uyarı levhası bulunmakta.


Burası, faytonların son durağıydı. Bana çocukluğumu hatırlattı. Tıpkı panayır meydanlarına benziyordu.


 
Buradan sonra ki yol arnavut kaldırımı döşenmiş dik yamaçtan oluşuyor. Ortalama 1000 metre. Adanın en yüksek tepesinde AYA YORGİ KİLİSESİ bulunmakta.

 

Büyükada gözetleme kulesine gidiyor.
ADAKULE






Zirveye ulaştığımızda dinlenmek hemde bir şeyler içmek için girdiğimiz yiyecek kuyruğu.


AYA YORGİ

     Büyükada'nın en yüksek noktası Yüce Tepe de yer alan Aya Yorgi Kilisesi Saint George adına yapılmış. 

(Saygımdan dolayı, uyarılara dikkati alarak, ben içerisinin resmini çekmemiştim. Ancak gidememiş, gitmişse de içeriye girmek nasip olmamışlar için internetten bulduğum bu resmi sizlerle paylaşmak istedim.)
 
     Ortodoks Kilisesinin otoritesi sayılan başpiskoposluğun, Türkiye'de kabul ettiği kilise olma özelliğini taşıyormuş.
Patrikhane kayıtlarına göre Aya Yorgi Manastırı 1751 de inşa edilmiş. Bu kilise iki katlı kiremit örtülü dua yeri olarak bilinen küçük bir yapı. Tepede kesme taştan yapılmış kilise ise yeni Aya Yorgi Kilisesiymiş. 1905 yılında inşa edilmiş olup 1909 yılında kullanıma açılmış.
Girişteki üstü açık holde duvara asılı panoda ki yazıda yer alan rivayete göre:
Bizans dönemlerinde, işgal altında kalan adanın papazları yağmalamalara karşı ikona ve kutsal eşyaları korumak amacıyla binayı toprağa gömmüşler. Aradan uzun yıllar geçmiş. 4. Murat zamanında Rumların, Aya Yorgos dediği aziz; bir gün bir çobanın rüyasına girmiş ve ondan kiliseye giden yokuşu tırmanmasını, çan sesini duyduğu an olduğu yerde durup, toprağı kazmasını istemiş. Çoban bu rüyayı birkaç gün üst üste görmüş. Aziz Aya Yorgi'nin kendisine dediklerini harfiyen uygulamış. Toprağın altından bugün halihazırda kilisede sergilenmekte olan ikona (Saint George'un denizden çıkan canavarı mızrağı ile öldürdüğü) ve kutsal cisimleri çıkarmış.
     Aya Yorgi Kilisesi,Hristiyanlar tarafından kabul edilen iki haç noktasından biri olma özelliğini taşımaktaymış.
Aya Yorgi Ortodoks mezhebinde:
    23 Nisan tarihi Yorgoların isim günü olarak anılıyor
   24 Eylül ise, azize olan Ayie Thekla'nın anıldığı gün
olduğu için bu tarihlerde Aya Yorgi Kilisesine gelmek Hristiyanların inancına göre kutsalmış. Çıplak ayakla, hiç konuşmadan tırmanılan bu yokuşta ilerleyenler yarı hacı sayılıyormuş. Tam hacı olmak; Efes yakınlarında ki Meryem Ana Kilisesine olan ziyaret ile tamamlanıyormuş.
     Ancak farklı dinlerden olan insanların inancına görede dilek ve duaların gerçek olması için bu yokuşu tırmandıktan sonra kiliseye varınca buradan çan veya bir anahtar alınıyor. Dilek gerçekleştikten sonra çanı veya anahtarı kiliseye geri getirerek iade ediliyormuş.
Kısmetinin açılmasını isteyenler ise; yolun başından başlayarak kiliseye dek makara ipini açarak gidiliyormuş.
Bu meşekatli, dik yamaç yol arnavut kaldırımı tarzı döşenmiş patika yol gibi. Bence çıkarken arada bir minik molalar verdiğiniz de manzaranın keyfini çıkarmayı unutmayın. Hele tepeye vardığınızda içtiğiniz çayın tadına doyum olmuyor.
     Kilisenin içini hafiften tütsü kokusu sarmıştı. İnsanı rahatlatan bu güzel koku eşliğinde ilahilerin söylendiği müzik geliyordu kulağıma inceden. Etkilenmemek elde değildi. Duvarlarında yer yer İNCİL'den alıntı cümlelerin yazıldığı kağıtlar asılmıştı. Birkaç kez okuduğum Kuran' ın türkçe mealinde verilen mesajlarla ne kadar da örtüşüyordu.
     Kiliseden melankoli bir ruh haliyle çıkarken, giriş avlusunda bende dileğimi Yüce Ulu Rabbim'den dileyerek mum yaktım. Herkesin dilemiş olduğu, tüm iyi dileklerinin gerçekleşmesi umuduyla :)
     Bu tepede 1 TL karşılığında dürbün ile etrafı izlerken Gözüm Rum Yetimhanesine takıldı. Yakından ne kadar da hoş görünüyormuş. O yıkık dökük haliyle bile.

(Dürbünden gördüğüm bu binanın resimlerini sizinle paylaşmak adına internetten bulduğum bu üç resmi sayfama aldım.)
 

 Bu binanın bulunduğu tepe, adanın ikinci büyük tepesi. Bu tepenin adı Hiristo (İSA) Tepesi'ymiş. 1899 Yılın da Fransız şirketi tarafından otel olarak dönemin ünlü mimarı VALLAURY'ye inşa ettirilmiş. Avrupa kıtasının en büyük ahşap binası unvanını alan bu yapı bütün görkemi ile şimdiler de adanın manzarasını süslemekte
Ancak Prinkipo Palas ismiyle açılması düşünülen otel gerekli izinleri alamamış o dönemin yetkililerinden. Otel olarak yapılan bina daha sonra ELENİ ZARİFİ tarafından satın alınmış. Buraya Yedikule Balıklı Hastanesinin yetimhanesi taşınmış. 1960 Yıllara kadar açık olan bu Büyükada Rum Yetimhanesi kapatılarak ilgisizliğe bırakılmış. Şimdilerde harabeye dönen bu binanın yeniden açılma çalışmaları bulunmakta.
    Bir saatimizi burada dinlenerek ve etrafı seyrederek geçirdikten sonra dönüş yolculuğumuz başladı. Çıkarken bakıp ta görmediklerimizi inerken fark etmemize şaşırıyorduk. Meydanında ki saat kulesini biraz geçtikten sonra birbirinin benzeri biraz da salaş restaurantta balık yemek için oturduk. Gerçekten de yorulmuş ve acıkmıştık. Hayatımda bir balık ve bilumum deniz ürünleri bu kadar lezzetli gelmemiştir. Yiyen var yiyemeyen var diyerek yemek paylaşımında bulunmadım. Ama yemek yediğimiz yerin resmini çekebilmiştim. :) Fiyatlar sahilde kilerine göre daha uygundu.

     Eve ulaştığımız da saat 9.30 sularıydı. İnanılmaz yorgun düşmüştük. Ertesi gün bile bacaklarım ve ayaklarım ağarıyordu. Elbette, Yüce Tepeye çıkış ve iniş 5.400 km bir de oralarda gezinip dolaşmalarımız da attığım adımın hesabını ben bile hatırlamıyorum. AMA ÇOOOK GÜZEL VE YORGUNLUĞUMA DEĞER BİR GÜNDÜ.
Sevgilerimle...
Dertdeva Teyze