Canan; sempatik, merhametli, temiz pak bir kadındı. Oldukça uyumlu, nazikti de aynı zamanda. Ancak tek kusuru altına ve ziynete olan düşkünlüğüydü. Ne yapsın çok seviyordu. Onlarla yaşadığı o mutluluk paha biçilemezdi. Gerçekten hem değer bakımından hemde manen takıları çok özeldi.
Zor bela biriktirdiği altınlarını evde yere göğe sığdıramazdı. Evde oradan oraya taşır, durmadan yer değiştirirdi. Hırsızlardan sakınırdı cicilerini garibim. Bazen o kadar abartırdı ki uzun bir süre kendi bile bulamazdı koyduğu yerlerden.
Kaçınılmaz son evde olmadıkları kısa bir süre içinde gerçekleşmiş tide. Eve döndüklerinde etrafta en ufak bir dağınıklık bile yoktu. Cananın kendisinin bile bazen bulamadığı bu yerleri bu hırsız eliyle koymuş gibi nasıl bulabilmişti; hala aklı almıyordu. Sonra polis ten öğrendiği üzere dedektör ile giriyorlarmış namussuz hırsızlar. Namuslu olsalardı zaten bu işi yapmazlardı dimi ama. Canan'ın ki de laf işte.. Üzüntüsünden ne dediğini biliyor muydu sanki... O kadar zaman biriktirdiği o altınlarına bir kez daha dokunamayacak, takıp takıştıramayacaktı... Uzun bir süre kendine gelememişti. Aklına geldikçe hırsıza o kadar hırslanıyordu ki, hırsızla karşılaşmış olsa korkacağına bir kaşık suda boğabilirdi o çitlimbek haliyle.
Canan artık eşine söz vermişti. Bundan sonra başta ruh sağlığı adına birikimlerini bankaya yapacaktı altın olarak... Ama huylu huyundan vazgeçer mi hiç. Yine de kıyıda köşede birkaç parça altın bulunsun diye farkında olmadan biriktirmeye başlamıştı. Eşinden bu durumu gizliyordu. Çünkü her defasında bu alışkanlığı yüzünden hüsrana uğruyordu.
Günlerden bir gün, eşi bir hafta sonu kaçamağı olarak şehir dışına gideceklerini söylemişti. Kocası mutlu mesut suratında ki sırıtmayla verdiği bu habere karısından bir sevinç çığlığı beklerken
Karısı..: '' Haaa öylemi canım, nereden çıktı durup dururken'' demesiyle şaşkına dönmüştü. Ancak anlamıştı karısının hal ve hareketlerinden. İçinden '' İnşallah bunlarda çalınır da tövbe edersin be kadın'' diye geçirdi. Sonra pişman oldu haliyle. Huylu huyundan vazgeçer mi hiç. Acıdı karısına birden.
Oysa Canan kara kara düşünmeye başlamıştı bile. Ya hafta sonu uzaklaştığında geçen sefer ki gibi çalınırsa altınları.. Ayyy bu sefer üzüntüden ölür yada aklını yitirirdi herhalde. Eşine de söyleyemiyordu da. Çünkü onca uyarıları hiçe sayıp gizli gizli biriktirmişti altınlarını yine.
Tatile çıkma günü gelmiş çatmıştı. Canan'ın son dakikalarda aklına öyle süper bir fikir gelmişti ki şeytanın bile gelemezdi. Hırsız ister dedektörüyle girsin, isterse evi alt üst etsin asla bulamayacağı bir yerdi; aklına gelen yeri. Canan muhteşem bir gururla gerile gerile altınlarını bir şeffaf poşete koydu ve ağzını bağladı.
Elindeki poşeti salaya sallaya balkon kapısına yöneldi. Eşinden gizli iş yapmanın verdiği heyecanla kapıyı açtı... Balkonu oldukça geniş ve ferahtı Canan'ın. Bambudan yapılmış rahat ve hoş görünümlü dört sandalyesi ile oldukça şık bir masa bulunuyordu balkonunda. Köşede ağaca benzeyen büyük bir çiçeğin bulunduğu kocaman bir saksı da vardı. Canan saksıya doğru yönelmişti ki eşinin içeriden seslenişi ile irkildi.
- ''Daha hazır değil misin? hayatım, geç kalıyoruz. Çıkalım artık'' diyordu.
- '' Hemen geliyorum '' diye cevapladı Canan.
Hızlıca saksının toprağını çatalla eşeleyerek kazdı. Altınlarla dolu poşetini bunun içine yerleştirip kazdığı toprakla üstünü örterek kapattı. Her şey o kadar çabuk ve hızlı gelişmişti ki, fikrinin doğruluğu hakkında bile düşünememişti. Eşinin ikinci seslenmesiyle toparlanıp ellerini temizleyip eşine katıldı... Arkasına dönüp bakamamıştı bile. Baksaydı görecekti poşeti iyice gömemediğini, ucunun toprak üstünden gözüktüğünü.
Canan ailesi ile keyifli bir yolculuktan sonra vardıkları tatil yeri oldukça şirin, yeşillikler içinde bir yerdi. Dolu dolu iki gün geçirdiler. Gerçi Canan'ın aklına arada bir saksı geliyordu ama sonrasında kafasındaki kara bulutlar dağılıyordu. Hemen bir tebessüm yerleşiyordu suratına... Çünkü hangi cambazın aklına gelirdi, altınları saksıya gömmek...
Eğlenceli bir tatil sonrası eve vardıklarında elindekileri bırakır bırakmaz balkona yöneldi hemen Canan. İçi kıpır kıpırdı. Kendine olan hayranlığı üst düzeydeydi artık.
Balkon kapısının perdesini çektiğinde gördüklerine inanamadı. Küçük dilini ha yuttu yutacaktı neredeyse. Gözlerini pörtletmiş bir şekilde cama yapıştırdığı suratında burnu dümdüz görünüyordu dışarıdan. Ağzı bir karış açılmış '' ama ama, ben ben'' diye söyleniyordu. Balkonda saksı toprağı dağılmış her yer batmış bir haldeydi.
En ilginci de iki KARGA poşeti didikiyerek içindeki altınların son parçalarını da gagalarıyla alıp uçup gitmişlerdi. Canan hırsızlardan korumak için bulduğu bu yolda elbette ki kargaları hiç düşünmemişti. Onlarda parlak şeylere Canan kadar meraklı oldukları kesindi. Yoksa neden altınlarını çalmış olsunlar. Hemde eve geldikleri an. Saniyelerle kaçırmıştı. Kurtaramamıştı altınlarını.
En uzun yaşayan hayvanlardan olan, bu akılsız akıllı kargalara yenilmenin şoku ile kal gelmişti Canan'a... En pis hırsızlardı bunlar. Altınları bulmak için dedektöre bile gerek kalmamıştı, çalmaları için.
Canan hıçkırıklara boğulmuştu. Eşi arkadan izliyordu olup bitenleri.
- '' Yok artık pes vallahi pes'' diyordu.
DİP NOT:
Altınlarınız varsa eğer dolapta et veya kıyma içinde saklayın. D
edektör bile bulamıyormuş. Bana öyle söylemişlerdi... Uygulamasını hiç yapamadım. Çünkü evde hiç altınım olmadı... Canan'ın yaşadıkları bana evde altın saklamamam gerektiğini öğretti..
- Dertdeva Teyze -